Kıyaslamak, Rekabet ve Kıskançlık Üzerine
Harvard School of Public Health (Harvard Halk Sağlığı Okulu) yaptığı araştırmada katılımcılara şu iki seçenek içinden hangisini tercih edecekleri soruldu.
A-Aynı maaş sınıfınızda yer alan çalışanların yılda 25 bin Dolar kazandığı bir iş yerinde yılda 50 bin Dolar mı kazanmak istersiniz?
B-Aynı maaş sınıfınızda yer alan çalışanların yılda 250 bin Dolar kazandığı bir iş yerinde yılda 100 bin Dolar mı kazanmak istersiniz?
Katılımcıların yarısından çoğu A seçeneğini tercih etti. Kendimizi başkasından aşağıda görmektense gelirimizin ikiye katlanmasını reddetmeye razıyız. Neden mi? Bu sonuç çok insanca ancak bir o kadar da zor duygulara işaret ediyor. Kıskançlık, rekabet ve kıyas…
Kıskançlık, rekabet ve kıyaslamak doğamızdan mı geliyor? Ne işimize yarıyorlar?
Tıpkı korku, sevgi, kaygı gibi doğuştan sahip olduğumuz, hepimizde çeşitli seviyelerde var olan, her birimizde farklı gerekçelerle kendini gösteren duygular bunlar. Ve her duygu gibi onlar da belli işlevlere sahipler. Madalyonun pozitif yüzüne bakıp şunları söyleyebiliriz.
-Yaşamdan ne istediğimizi anlamamızı sağlıyorlar. “Nelere sahip olmak istiyoruz, kime benzemek istiyoruz”, sorularına verdiğimiz cevaplar hayatımızın yönünü belirlememizi kolaylaştırıyor.
-Bizi harekete geçiriyorlar, yerinde saymamamız için itici güç oluyorlar.
-Bir sonraki adımımızı seçmemizi kolaylaştırıyorlar.
-Toplumda kendimizi olmak istediğimiz yerde konumlandırmamız için motive ediyorlar.
-Sahip olduğumuz potansiyeli becerilere dönüştürebilmemizi sağlıyorlar.
-Belli bir oranda gerçekleştiğinde yaratıcılığı, risk alabilme kapasitemizi arttırıyorlar
Darwin’e göreyse bu, hayatta kalma mücadelesinin bir sonucu. Hayatta kalmayı diğerlerine göre daha iyi olan, diğerlerinden daha çok şeye sahip olan başarır. Bu nedenle de kendi durumumuzu başkaları arasındaki yerimize bakıp anlarız. En iyilerin arasında olma ihtiyacı kıyaslama ve kıskançlık doğurur.
İnsan insanın kurdudur, diyen Hobbes da insan doğasında rekabeti ve çatışmayı barındırdığına işaret ediyor. Rousseau’ya göre ise doğal insan eşitlikçi ve mutludur ama toplumsal hayat onu rekabetçi yapmıştır.
Davranış bilimcilere göre mutluluğumuza ilişkin nesnel bir ölçü biriminin ve referans noktasının olmayışı insanı başkasıyla kıyaslayarak mutluluğunu anlamaya yöneltiyor. Ötekilerin sahip oldukları benim sahip olduklarımın değerini belirliyor.
Bir örnek olarak, işsizlerle yapılan bir araştırmada işsizliğin yaygın olduğu ülkelerde insanların işsiz olmaktan daha az rahatsız oldukları belirlenmiş. Ama bütün çevrenizin iyi işi gücü var siz işsizseniz bu durum sizin için daha büyük bir mutsuzluk kaynağı oluyor.
Sorun nerede?
Bu konudaki en büyük açmazımızı Montaigne dile getirmiş. “İnsan sadece mutlu olmayı isteseydi bunu elde etmek zor olmazdı, ama o diğerlerinden daha mutlu olmak istiyor ve bu da neredeyse imkânsız, çünkü başkalarını, aslında olduklarından daha mutlu sanıyor”. İşte size içinden çıkılması zor bir kısır döngü.
Krishnamurti, diyor ki; “Rekabet insanın ne durumda olduğunu gizler. Kendinizi anlamak isteseniz başkasıyla mı kıyaslarsınız? Kıyaslayarak herhangi bir şeyi anlayabilir misiniz? Bir yağlı boya tabloyu, başka bir tabloyla karşılaştırarak mı, yoksa o resmin tamamen farkında olarak mı anlarsınız?”
Kurumsal yaşamda durum nasıl?
İş ortamı rekabetin en çok yaşandığı arenalardan biri. Yaşamdaki başarımızın en önemli ölçüsü iş yaşamımızdaki başarımız olarak düşünülüyor çoğu kez. Bu mecrada da kendimizi diğerleriyle kıyaslamaktan, kıskançlıktan alıkoyamıyoruz. Ücret kıyaslamaları, terfi yarışları, öne çıkma çabası iş yaşamının adeta olmazsa olmazı. Ancak dozu ayarlanmadığında her biri başarı için bir motivasyon unsuru olmaktan öteye geçip büyük birer stres faktörüne, ilişkileri bozan hikayelere dönüşüyor. Kişisel streslerin yanı sıra şirketlerin yönetmekte zorlandığı çalışan bağlılığı, sessiz istifa, çalışan devri gibi sorunların da kaynağı olabiliyor.
Çözüme dair.
Kıyaslamak, kıskanmak önünde sonunda rahatsızlık vericidir. Çünkü başkalarına bağımlı olmakla kalmaz, mutluluğumuzu tahmini ve keyfi değerlendirmelerin eline bırakmış oluruz. Her zaman bizden daha iyi durumda olanlar veya öyle görünenler olacaktır.
Bizden kötü durumda olanlara bakıp da elde edeceğimiz tatmin de çok geçicidir. Kıyaslama bizi kendi doğal duruşumuzdan, tercihlerimizden ve içsel huzurumuzdan uzaklaştırır. Kendimizi anlama, kabul etme ve gelişme süreçlerinden de alıkoyar. Yönümüzü belirleyemez hale gelebiliriz.
Mademki doğamızda var, bütün bu uyarılara rağmen bir yanımız kıyaslama alışkanlığını sürdürecek. Küçük haset perisi usul usul kulağımıza fısıldamaya devam edecek, bizi tuzaklara düşürmeye çalışacak.
Ama onun varlığını dışlamadan, onu bastırmadan, tıpkı olumlular gibi olumsuz duygularımızın da farkında olup kontrolü yine de elde tutabiliriz. Bu durumda hiç değilse resmin bütününü tanıma, fark etme ve verdiğimiz tepkileri değerlendirme şansımız daha fazla olacaktır.
Tarih