Hepimizin kafasını meşgul ediyor, yaşamlarımızı etkiliyor ama herkes “karar vermek” ile “karar almak” arasında sıkışıp kalıyor.
Günümüzde genç-yaşlı, kadın-erkek, iyi eğitimli-az eğitimli, parası olan-olmayan herkesin başında büyük bir konu var. Buna “karar kafası” da demek mümkün. Peki hangi kafa ile karar alıyorsunuz ya da karar veriyorsunuz yaklaşımı bile kafanız hakkında fikir veriyor insanlara…
Karar almak mı?
Karar vermek mi?
Hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da “nasıl yapılacağı” konusunda önerisi olanlardan çok daha fazla “nasıl yapılmayacağı” yönüne odaklananlar var. Her karar sürecinde beklentiler yüksektir, eşitin öte tarafındaki değerin büyük olması beklenir. Çok da doğrudur. Öyle ya; çalışacaksın, araştıracaksın, düşüneceksin bir yere varacaksın ama parmağını kıpırdatmayanlarla aynı yerde olacaksın. Bu elbette kabul edilemez bir durum!
Atılan taş ürkütülen kuşa değer mi?
Değmeli! Değmiyorsa bir yerde yanlış ya da daha pozitif bir yaklaşımla “eksik” var demektir. Bu eksikler neler olabilir?
Bunların ilki amacınızın ya da hedefinizin yeterince açık olmamasından başlar ta ki sorunun ya da önünüzdeki fırsatın ne olduğu analizine kadar uzanır. Bu aşamada beyaz yakalılar tarafından sıklıkla kullanılan başta SWOT olmak üzere SMART, PAINT, DRIVE ve pek çok yöntemden yararlanabilirsiniz. Bu araçları karar sürecine dahil etmek için illaki beyaz yakalı olmanız da gerekmez. İsimleri bu kadar göz alıcı olmasa da özünde anlattıkları tarım ile uğraşan çiftçiden KOBİ yöneticilerine uzanan geniş yelpazede genel kabul görür ve uygulanır.
Karar sürecini bir bina yapımı gibi görecek olursak; önce malzemelerin bir raya getirilmesi önem kazanacaktır. Betan için pek çok inşaat tekniği olsa da erişebilirlikleri tercihleri belirleyecektir. Karar için de bilgilerin bir araya getirilmesi, gruplandırılması ve bir anlamda “Body of Knowledge” yaklaşımının bilinmesi ve kullanımı esastır. Bu yapı sayesinde hangi detay için ne zaman çalışacağınızı belirlemek kolaylaşacaktır.
Seçeneğiniz yoksa karar vermeyin!
Her zaman “seçenek” olduğunu hatırlayın. Herhangi bir konuda, karar aşamasına geldiğinizde seçenek yoksa önünüzde, baştan başlayın! Mesele ne olursa olsun fark etmez, seçenek yoksa karar da olmaz, olamaz. Bu aşamada başkalarına akıl sormak en kolay ve en kestirme yol gibi gözükse de “karar sürecinin öznesi olan” yani sizin kadar konsantre olmayacakları için çoğu kez “yüzeysel kalma” riski birlikte devreye girerler. Uyanık ve dikkatli olmayı gerektir.
Üzerinde titizlikle durulması gereken bir diğer evre ise Batı literatüründe “Pros & Cons” kavramı ile ifade edilir. Bu kalıp esas olarak herhangi bir konunun artılarını ve eksilerini ortaya koyma anlayışını barındırır. Esas olarak pozitifler ile negatifler olarak da düşünülebilir ki bu da SWOT’un 4 değil 2 boyutlu bir uyarlamasına benzetilebilir. Atılacak her adımda, çıkılacak her basamakta karşılaşacaklarınızı anlamanın önemine ve sizin için doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu objektif olarak görmenizi sağlar.
Sonrasında adım atıp atmamak sizin riskinizdir.
Safradan kurtulmak işin yarısıdır…
Size gerekenden fazlası yanlış değildir ama yanıltıcı olabilme tehdidi ile gelir. Benzer durum çevrenizde olan ve karar sürecine “iyi niyetle bile olsa” katılan kişiler için de geçerlidir. Gerekenden fazlası bir tür zenginlik değil sadece etkisini bile tam ve doğru olarak ölçemeyeceğiniz bir çeldiriciler öbeğidir. Bu, sadece kafanızı karıştırır ve faydadan çok zarar verir.
Ormana bakmanız gerekirken ağaçlara dalıp gitmek ya da yaprağı daha yakından tanıma çabasına benzer. Bu alegori kulağa hoş gelebilir elbette, her şeye hakim olmak ya da her detayı bilmek bir tür “güç sarhoşluğu” ile biçimlenir ve bir de bakmışsınız o karar sizin kafanızın değil, “sarhoş bir kafanın kararı” oluvermiş…
Karar süreçleri doğru yönetilirse sonuçlar da “doğru” olur, aksini düşünmek veya hayal etmek boşunadır.
Kararı “verdim” diyen de var “aldım” diyen de…
Hangi ifade ne anlama geliyor? Bilinçli olarak mı “karar verdim” veya “karar aldım” diyoruz. Farkına bile varmadığımız bir rekleks ile “karar veriyor” ya da “karar alıyor” olabilir miyiz?
Batı dillerinde “decision making” olarak kullanılan ve Türkçe’ye “karar yapmak” olarak çevrilebilecek yaklaşım yukarıdaki ayrışmaya zemin olmaz. Daha objektif hatta daha doğru olduğu bile düşünülebilir. Ama detaylarına baktığınızda; kararını “alan” ile “veren” aynı kişi olsa bile içselleştirme seviyesini bir sözcük ile anlarsınız. Türkçe’nin zenginliği ve gücü de buradadır…
Türkçe matematik modellenebilen bir dildir.
Dünya dilleri arasında eşi benzeri de yoktur.
“Karar almak” en yalın ifade ile karar sürecinin kişi tarafından ne kadar yoğun biçimde içselleştirildiği anlatır. Üzerinde düşünüldüğünü, artı’ların ve eksi’lerin doğru tartıldığını, seçeneklerin belirlendiği ve toplam fayda açısından birinin seçildiğini ifade eder. “Karar almak” kavramı; uzun vadelidir ve bir ya da daha fazla prensibi içerir. Uzun süreli ve kalıcıdır. Tıpkı mühendislik açısından doğru yapılan binalar gibidir. Sağlam ve güvenilir olduklarından yana şüphe duymazsınız.
Gelelim “karar vermek” kavramı ile kişinin kararına bakışı ve dışa yansıtmasına. Anlık olmaları ile öne çıkarlar, kısa ömürlü olmaları bu türden kararların karakteristik özelliğidir. Önemi ne olursa olsun, karar için kayda değer veri derlemeler, detaylı araştırmalar, kapsamlı analizler söz konusu değildir. Etkileri de kaçınılmaz olarak kısa vadelidir. Bilimsellikten uzaklaşarak “müteahhit kafası” ile verilen kararlarda “yaptık oldu” anlayışı ile inşa edilen binaları çağrıştırır. Ortaya çıkan bir şey vardır ama içinde ne olduğunu ya da ne olmadığını bilemezsiniz. Kimi açılardan şüphe, hatta endişeyle bakılması da son derece olağandır.
O yüzden kararlarınızı açıklarken, seçeceğiniz “almak” ve “vermek” kavramları ile tıpkı beden diliniz gibi pek çok ipucu verdiğinizi hatırda tutmanızda yarar var.
Karar sürecinin dayanılmaz zorluğunu aşmak!
Tarih