Eylül ayının ilk günleri olmasına rağmen bunaltıcı bir hava vardı. İş çevrelerinden tanıdığı bir arkadaşının cenazesi için geldiği caminin yakınlarında otopark bulamayan adam cenaze ciddiyetine uygun olsun diye giydiği ceketini koluna almış neredeyse 500 metre yürümüş ve soluk soluğa kalarak caminin kapısından girmişti.
Ceketini giydi, cami avlusunda ilerledi. Gözleri merhum arkadaşla ortak tanıdıkları aradı.
Sayısız cenazeye gitmişti bugüne kadar, genellikle yaşlı akrabalar ve aile dostları arkadaşların ebeveynleri, işyerinden tanıdıkların yakınları falandı gittiği cenazeler. Bu arada kendisi de hem anne hem baba kaybetmişti bu yaşa gelene kadar. Fakat bir başka türlü acıyordu içi bu kez.
Çok yakın değillerdi, çok az şey paylaşmışlardı rahmetli ile tam yaşını bile bilmiyordu bir iki yaş küçüktü sanırım benden diye geçirdi içinden. Ama çok oturaklı , değerli , etrafına ışık saçan adam gibi bir adamdı genç yaşta aniden vefat eden bu arkadaş. ‘’Allah sıralı ölüm versin ‘’ sözünün aslında ne kadar yüksek anlam içerdiğini hissetti bir kez daha iliklerine kadar.
Yavaş yavaş rahmetlinin eşinin ve ailesinin yanına doğru yaklaştı. En zor an buydu. Ne denebilirdi ki , ne söylesen manasız ve kelimeler kifayetsizdi bu anda. Ateşin düştüğü yeri yaktığını iyi bilirdi. Ama görevin bir parçasıydı merhumun yakınlarına taziye dilemek.Yavaşça sokuldu Rahmetlinin eşinin yanına ve başınız sağ olsun dedi kısık bir sesle , dostlar sağ olsun dedi kadıncağız bitkin ağlamaklı sesiyle. Tokalaştılar. Hemen musalla taşının yakınında gölgede bir sandalyede yaşlı bir adam oturuyordu ağlamaktan kızarmış gözlerle ama bir o kadar da metanetle. Babası olmalıydı merhumun ona da yaklaştı adam elini öptü ve başsağlığı diledi. Her şey bir yere kadar da evlat acısı göstermesin yaradan hiç kimseye diye geçirdi içinden ve irkildi tepeden tırnağa kadar.
Zihninde Zincirlikuyu mezarlığının girişinde kocaman harflerle yazan ‘’ Her fani bir gün ölümü tadacaktır ‘’ ayeti yankılanırken kalabalığın arasına daldı usulca adam. Ortak tanıdıklardan iki kişi gördü az ilerde yanlarına doğru ilerlemek istedi fakat o anda bu iki ortak tanıdığın neredeyse kahkaha tadındaki karşılıklı gülüşmesini fark ederek şaşkınlıkla yönünü değiştirdi cami avlusunda.
Ölenle ölünmüyordu elbet somurtup bir köşede dikilmenin de merhuma bir faydası yoktu , ama en azından acılı aileye saygı amacıyla biraz dikkatli olmak gerekmez miydi cenazelerde ? Oldum olası irite olurdu bu durumdan. Maalesef çok sık rastlardı bu gibi ortamlarda sanki sokakta karşılaşmış gibi neşeyle hasbıhal eden havalı güneş gözlüklerinin arkasındaki samimiyetsiz bakışlı abilere.
Neyseki biraz ilerde başka bir ortak dosta rastladı , çok üzgündü o da kendisi gibi , daha iki gün önce bir toplantıda karşılaşıp yemek için sözleştiklerini anlatı derin bir üzüntüyle.
Öğlen namazı okunmaya başladı o sırada, adam namaza girenlerin boşalttığı caminin kıraathanesinde eski bir vantilatörün cılız esintine karşı bir sandalyeye ilişti ve bir çay söyledi.
Çayını yudumlarken bir gün o musalla taşında kendisinin de olacağını hatırladı her zaman olduğu gibi ve kendisini esasen çok sevemediği Necip Fazıl ‘ın aslında belki de bildiği tek şiirinin mısralarını fısıldadı kimsenin duymayacağı kısık bir sesle. Her ne kadar bu duyguları ifadede edip etmediğinden çok da emin olmasada ;
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
Özellikle 40 lı yaşlarını geçtikten sonra katıldığı her cenaze töreni hayatın anlamına dair bir yolculuk etkisi yaratıyordu adamda ve bir iki gün sürüyordu bu hazin sorgulama. İnsanoğlu belki de yakın bir gelecekte o taşa uzanacağını bile bile neden bu kadar şiddetli yaşıyor hayatı diye düşünüyordu her seferinde. Yani anlamsız tartışmalar, kafaya takılan küçük sorunlar, aslında sonucu değiştirmeyecek basit iş konulu anlaşmazlıklar ,üç kuruş para için ailesine düşmen kesilenler , öfkeyle söylenen kırıcı sözler, birilerine olmadık sebeplerden küsmeler, darılmalar aslında ne kadar da anlamsızdı bu cami avlusunun yarattığı derin hüzün atmosferinin yanında.
Her giden bir parçasını söküp götürüyordu şüphesiz fakat tabii ki insanın genlerinde vardı yaşanılan her türlü kayba rağmen hayata ve mücadeleye devam etme içgüdüsü. Mücadele tamam elbette olmazsa olmaz, ama keşke daha adil ve objektif olabilse insanoğlu bu mücadelede.
Empatiden yoksun tek taraflı bakış açıları ve ego denen zehirli duygu zorlaştırıyordu ilişkileri ve dolayısıyla yaşamı. Hayatta yaşanan hiçbir saniyenin tekrarı ya da telafisi yoktu şüphesiz ve keşke bunu bilerek yaşayabilseydik hayatı. Keşke kırmasak yok yere yakınlarımızı ya da her akşam yatmadan önce diş fırçalamaya zaman ayırdığımız kadar öz eleştiriye de zaman ayırsak ve keşke özür dilemek bu kadar zor gelmese sevdiklerimizden.
Ne diyordu aşık Seyrani ;
Hesap ettim cümle dünya malını
Neticesi üç top beze dayandı..
Kafasında bunlar gibi milyon tane kelimeyle safa durdu adam, Camiden çıkanlarla beraber ve imamın sorusuna cevap verdi herkesle bir anda yüksek sesle ‘’İYİ BİLİRDİK ‘’