Orta yaşlı göbekli adam, eskiden sadece memlekette ihtilal olduğunda veya nüfus sayımı yapıldığında yaşanan, ama son bir yıldır dünya çapındaki salgın hastalık popüler tabirle pandemi nedeniyle artık güncel hayatın sıradan bir haline dönüşen sokağa çıkma yasağı günlerinden birinde daha evde bunalmış ve hava alıp yürüyüş yapmak üzere oturduğu sitenin bahçesine inmişti. Orta Yaşlı durumunu mecburen kabullenmiş olan adam göbekli sıfatına alışamadığı için bu yürüyüşlere ağırlık vermesi gerektiğini biliyordu.
Önce arabanın bagajından aldığı rejisör koltuğunu bahçede gölge bir ağaç altına koyarak kitap okumayı denedi. Yaklaşık 50 daireli apartmanda şu saatte kendisinden başka bir kimsenin bahçeye inmemesine biraz da şaşırarak sevindi.
Her geçen yıl dijitalleşme ve abartılmış teknoloji nedeniyle iyice yıpranmaya yüz tutan insan ilişkileri bu pandemi döneminde iyice evrim geçirmiş ve zaten 21. Yüz yıl modern hayatında yaşadığımız soğuk, mesafeli, samimiyetsiz iletişim şekli üstüne hastalık kaparım korkusuyla toplum içine çıkamayan yeni bir insan profili yaratmıştı. Tokalaşmanın sıcaklığı yerini yumruklarını hafifçe birbirine değdirmeye bırakmıştı.
Elindeki yakın siyasi tarih kitabında yazanlar ortamın bütün sakinliğine karşın aklına girmiyordu, bu karmaşık ruh haliyle kendini her satırı ikişer üçer kere okuyup anlamaya çalışarak zorlamamaya karar verdi. Kitabı rejisör koltuğun üzerine bıraktı. Şöyle kucak dolusu gerinerek vücudunun neredeyse bütün kemiklerinden çıtırtı sesi çıkardıktan sonra cebindeki akıllı telefonunu eline alıp kulaklığını taktı ve dijital hayatın en sevdiği nimeti olan spotify programından bir çalma listesine dokunarak müzik dinlemeye bir taraftan da sitenin havuzunun etrafında yürüyüş yapmaya başladı.
Havuz etrafındaki zemini 80 cm lik karolarla döşemişlerdi ve geçen seferki yürüyüşte üşenmeden sayıp hesapladığına göre havuzun etrafındaki bir tur yaklaşık 60 metre tutuyordu. Geçen gün onu bahçede yürürken gören şakacı bir komşunun ifadesiyle
‘’ Dolap beygiri gibi ‘’ dönmeye başladı havuzun etrafında.
Düşünüyordu adam bir taraftan; yaşanan bu son bir yıl sokağa çıkma yasakları, karantinalar, hastalık ve vefat haberleri ne kadar büyük bir travma yaratmıştı toplumumuz üzerinde. Zaten bir taraftan ekonomik sıkıntılar, diğer taraftan toplumsal kutuplaşma ve son 30 senedir bir Türkiye gerçeği halini alan kültür yozlaşması nedeniyle değerlerini, özelliklerini yitiren ve empatiden yoksun bireyci bir yapıya bürünen Türk toplumu bu Pandemi sınavında ağır bir darbe daha almıştı.
Nazım Hikmet ‘in bu duruma kısmen yakışan bir dizesini hatırladı adam ;
‘’Boynuma sarılma gülüm , benden sana geçer ölüm ‘’
Diyordu usta. Anlatmak istediği bugün bizim yaşadıklarımız değildi elbet ama şu anda da başka bir gerekçe ile sevdiklerimizin boynuna sarılamıyorduk sonuçta.
Evlerden ırak olsun ama; bu derin travma bir taraftan da bize eskiden sahip olduğumuz şeylerin değerini, anlamını ve basit yaşamanın güzelliğini anımsatmadı mı diye düşündü adam ister istemez.
Hafta sonu kafasına esipte şehir dışına çıkabilmenin, salaş bir restoranda dostlarla oturup içki içebilmenin, bir düğüne, derneğe, cemiyete katılıp da sevdiğin ama her zaman hayatına dahil olamadığın insanların gözlerinin içine bakıp, kucaklaşmanın ve dibe vurduğun zamanlarda bir dostun omzuna yaslanmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu hatırlattı bu dönem bize.
Öte yandan zaman ayıramadığımız için okuyamadığımız kitapları, izleyemediğimiz filmleri, karıştıramadığımız eski fotoğraf albümlerini de elden geçirme fırsatı çıkmıştı karşımıza.
Bunların yanısıra çağın acımasız çarkları arasında sıkışan insanoğluna bir dinginlik, düşünme, ölçme biçme, özeleştiri yapabilme ve hatta bazı şeylere yeniden başlama kararı alma düzeyinde bir etkisi de olmuştu bu enteresan zaman diliminin.
Ve belki de en önemlisi Yaşamanın ciddi bir iş olduğunu, hatta bir çeşit karnaval ya da bayram olduğunu, sağlığın ne kadar önemli ve geri kalan her derdin ne kadar anlamsız ya da çözülebilir olduğunun da mesajı gizli değil miydi bu son bir yıllık süreçte yaşananlar.
Belki de Tanrı Fabrika ayarlarımıza dönebilmemiz için bir fırsat veriyordu bize.
Adam havuz kenarında atılan 40 tur bir başka deyişle yaklaşık 2500 metrelik yürüyüş boyunca bunları düşündü. Hafif terlemişti. Yanında getirdiği küçük havlusu ile kurulandıktan sonra bahçedeki gölge bir ağaç altına oturdu. Cebinden telefonunu çıkararak görselini telefon resim albümüne kopyaladığı ve son zamanlarda çok bunaldığında sık sık açıp göz gezdirdiği ama kime ait olduğun tartışmalı şiiri bir kez daha içten ve inanarak okudu.
Muhteşem yazmıştı şair ;
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
Kalınca anlar insan…
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
Sevmeninkini yalnızlık…
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
Kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp “çok şükür bugünü de gördük” diyebilmek…
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Fabrika Ayarları
Tarih