Uzun yıllardır ilk kez bu kadar ağır bir grip geçirdiği için o gün işe gidemediğinden hasta yatağında televizyon izleyen yaklaşık 40 yaşlarındaki adam şaşkınlıkla ve ibretle izlediği televizyon programı manasız bir şarkı eşliğinden son bulduğunda gülsem mi, ağlasam mi diye düşünürken buldu kendini.
Biliyordu aslında bu ve bunun gibi programların yapıldığını birkaç kez gözüne çarpmış ya da sağda solda yapılan geyiklere kulak misafiri olmuştı, ama genellikle iş saatlerinde yayınlandığından ilk kez baştan sonra bir izdivaç programı izliyordu.
Ulusal kanallardan birinde yayınlanan bu ‘’çöpçatanlık’’ programının kendisi de yakın zamanda evlenmiş yaklaşık 30 yaşlarındaki bayan sunucusu konu hakkında tam bir otorite ve bilirkişi edasıyla katılımcıları bazen övüyor, alkışlatıyor, bazen de çocuk gibi azarlıyor ama herkes son derece rahat ve geniş kendisine laf atan başka bir katılımcıya kavgada söylenmeyecek sözlerle laf yetiştirmeye devam ediyordu. Gördüğü ilgiye ve aldığı reklam sayısına baktığınızda ister beğenin ister beğenmeyin, televizyonculuk açısından tam bir başarı hikayesi diye düşündü adam içinden. Ama bir de toplumsal açısında, yaşanan büyük dejenarasyon aşçısından baktığında tam bir yürek acısıydı bu program ve sayısız benzerlerinde olan bitenler. Bütün bunları düşündüren birkaç program karesi hatırladı adam ve tekrar traji komik bir gülümseme oturdu yüzüne.
Programın daimi konuklarından yani bir talibini aramaya gelmiş kişileriden biri yaklaşık 25 yaşında siyahi bir Afrikalı delikanlıydı. Oraya nasıl, ne şekilde, ne amaçla geldiğini tam anlamak mümkün olmada da kafasında şapkası, kırık dökük ‘’KOMPELA’’ tadındaki Türkçesi ve insana başka şeyler çağrıştıran enteresan ismiyle komik gözüküyordu aslında. İşte bu vatandaşa 39 yaşında eli yüzü düzgün konuşmalarıyla son derece aklı başında ve kültürlü olduğu hissi uyandıran ve hiç evlenmemiş, Ankaralı bir hanım talip olarak gelmişti. Yani bildiğin kendisiyle evlenmek istiyordu.
Biraz mantıkla baktığında hiçbir açıdan uyumu mümkün olamayan bu ikili aralarındaki birbirlerini görmelerine engel olan paravanın iki yanında oturmuş ‘’hesapta’’ birbirlerini tanımaya yönelik yapay, manasız, diyaloğu sürdürürken anlaşılmaz şekilde stüdyodan birileri lafa karıştı. Sunucu hanımefendinin ustalıkla körüklediği bu hararetli muhabbetin sonunda anlaşıldı ki, yine daimi konuklardan olan 23-24 yaşlarında, bir kez evlenmiş ve boşanmış, bir çocuk sahibi, kötü makyajlı, bir o kadar kötü ve bayağı tavırlı bir kızcağızla bizim çakma KOMPELA meğer bir gönül ilişkisini yeni noktalamışlar. Buraya kadar mesele yok aslında, ama muhtemelen reyting tanrılarının emriyle milyonlarca seyircinin önünde girdikleri diyaloğu anlamak da, anlatmak da hem zor hem utanç verici. Bu arada lafa karışıp ara kızıştıran 60-70 yaşındaki amcaların ve teyzelerin ar damarlarının ne vakit çatladığını anlamak iste tamamen imkansız.
Sosyal olarak geri kalmış, eğitim seviyesi ortalamada son derece düşük, yanlış politikalar ve bunla bağlı ekonomik sıkıntılar nedeniyle insani tarafı ve özgüveni gelişmemiş toplumumuzun, gözünü kan kan bürümüş vicdansız bir kısım medya ve bu gücü elinde tutan azgın çıkar odaklarının karşısında düştüğü ağlanacak duruma gülüyoruz aslında diye düşündü adam. ‘’Biri Bizi Gözetliyor’’ formatıyla hayatımıza giren ve bu yeni dünya artık geleceğimizi esir almış bir girdap ve internetin olumsuz etkileriyle giderek daha da kayboluyoruz bu girdabın içinde.
Geleneksel toplumumuza ait utanma, sıkılma, yüzü kızarma, bir ilişkiye ve ilişkinin yaşandığı insana sonu ne olursa olsun saygı duyma, sahip çıkma gibi duyguları elbirliğiyle bitirdik diye geçirdi içinden adam. Çok değil şurada daha 20-25 sene önce kendi çocukluk, gençlik yıllarını düşündü özlemle. Dünya kurulduğundan beri varolan aşkın, kadın erkek ilişkisinin ne kadar naif, ne kadar masum ve hiç kimseyi rahatsız etmeden ne kadar onurlu sürdürülebileceğini biliyordu insanlar o yıllarda.
O kadar çoktu ki sayısını bile anımsamıyordu kız arkadaşlarının. Ama hiç birini bir topluluğun önünde, hele hele ailesinin karşısında zor durumda bıraktığını hatırlamıyordu. Gizli saklı masum buluşmalar ve kaçamaklar dışında kimseye kötülüğü dokunmamıştı. Zaten yetiştiği Küçük Anadolu şehrindeki genç insanların tek bildiği kötülük ve zulüm şehrin çarşısındaki eski sinemada seyrettikkeri siyah beyaz filmlerde EROL TAŞ ile SUZAN AVCI’nın zavallı Hülya KOÇYİĞİT’e yaptıklarıydı. Ama bu kötülükler asla yanlarına kalmaz filmin sonunda ya Ediz HUN ya kartal TİBET gerçeği anlar ya da Hulusi KENTMEN devreye girer ve filmler hep mutlu sonla biterdi.
Adam bütün bunları düşünüp bir kez daha mutlu sonla biten filmleri özledi. Keşke o filmleri 21. Yüz yıl Türkiye’sinin umutsuz, hayalsiz ve mutsuz çocukları da izleyebilseydi.
Bir kıyı şehrinde geçirdiğim çocukluğumu
Küçücük, şipşirin bir şehir.
Orada yedim babamdan ilk şamarı
Ve orada öğrendim
A’dan başka 28 harf olduğunu
Alabildiğince maviydi orda deniz
Ve sanki kardeşti sert bir rüzgarla
Azgın dalgalar döverdi kıyıları
Ninniydi orada uykularıma
Bir faytonun çıngırağı
Hayal meyal hatırlıyorum
Kuytu bir pastanede öptüğüm ilk kızı
Okuldan ilk kaçışı ve yakalanışı
Hele misinanın ucundaki yosun kokusu
Unutmak mümkün mü?
Albümler dolu
Özlüyorum, ama bilmiyorum
Özlediğim o küçük şehir mi?
Yoksa çocukluğum mu
Bir izdivaç meselesi
Tarih